Bal tutan parmağını yalar diye bir atasözümüz vardır. Birçok bürokrat bu atasözüne adeta bayılmış durumda.
Bürokratlar görev, yetki, güç, sorumluluk ve rantın harmanlandığı alanlarda at koşturmaktadır. Sorumluluk duygusu bir kenara itilince geriye ranta ulaşmak için hiçbir engel kalmamaktadır.
Anlayacağınız bütün sır dengede. Buradaki denge kaçırıldığında ve sorumluluk duygusu yitirildiğinde geriye hiçte hoşumuza gitmeyen durumlar çıkabilmektedir.
Bir de bu denge kaçırılınca yani sorumluluk duygusu gidince geriye parmak yalama hastalığı da çıkıyormuş.
Bazı bürokratların yetki ve sorumluluk alanları gereğince tuttuğu bala karşı tutkusunun çok fazla olduğu iddia ediliyor. Böyle olunca da kıyıdan köşeden hafif hafif yalama başlayınca bir süre sonra da alışkanlık iyice tavan yapabiliyor hatta hastalık halini alabiliyormuş.
Bu hastalığın oluşmasında bir nedende bürokratın yetkisinde olan balı başkalarına haksız yere yalatmasıymış. Çünkü bir süre sonra ben de yalasam bir şey olmaz demeye başlanıyormuş. Ha yalamışsın ha yalatmışsın, arada çok fazla bir fark bulunmuyor.
Bununla birlikte kamunun bir kuruşuna tenezzül etmeyen bürokratları da burada övgüyle ve takdirle anmamız gerekiyor. Bunların sayısı hiçte az değil.
Şimdi de gelelim parmak yalama hastalığının tedavisine. Rahmetli Sakıp Sabancı’yı taklit ederek şeffaflık, şeffaflık, şeffaflık diyebiliriz. Bu hastalığın çaresi tek kelimeyle şeffaflıktır. Şeffaflığa ne kadar önem verilirse parmak yalayan sayısı azalır dolayısıyla da bu hastalık sona erer.
Şeffaflık sayesinde hiç kimse herkesin gözünün önünde kolay kolay parmak yalayamaz. Bu nedenle yabancıların transparency dedikleri bizlerin de şeffaflık ve saydamlık dediğimiz kurala sıkı sıkıya sarılmaktan başka çare yoktur. Bir de hiçbir şeyin gizli kalmadığının bilinmesi ve beklenmedik bir zamanda ortaya çıkacağının unutulmaması gerekiyor.