Türkiye’nin Güney Kore’nin başkenti Seul’deki büyükelçiliğinde görev yapan Birinci Müsteşar Sezai Tolga Şimşir’in adının karıştığı skandal, hem diplomatik teamülleri hem de Türkiye’nin dış temsilciliklerdeki kurumsal yapısını tartışmaya açtı.
Güney Kore’nin Channel A televizyonunun haberine göre Şimşir, alkollü şekilde direksiyon başına geçti. Sağ sinyali açık olan diplomat, düz giden bir taksiye çarptı. Olayın ardından yaklaşık 20 dakika boyunca olay yerinden kaçan Şimşir, daha sonra taksi şoförüne saldırdı ve cep telefonunu almaya çalıştı. Güney Kore polisinin sorgulamak istediği Şimşir, diplomatik dokunulmazlığını öne sürerek ifade vermeyi reddetti. Ancak verdiği kısa beyanda “iki kadeh şarap ve yarım kadeh viski içtiğini” kabul etti.
Söz konusu olay sadece trafik güvenliğine değil, aynı zamanda Türkiye’nin dış temsiline de ağır bir darbe vurdu. Ülkeyi temsil eden bir diplomatın bu şekilde anılması, kamuoyunda tepkiyle karşılandı.
Diplomatik misyonlarda görev yapan kişilerin, yalnızca mesleki yeterlilik değil, aynı zamanda temsil ettiği ülkenin kültürel ve etik değerlerine uygun davranışlar sergilemesi bekleniyor. Ancak bu olay, AK Parti döneminde dış temsilciliklerin liyakat yerine başka kriterlerle doldurulduğu eleştirilerini yeniden gündeme taşıdı.
Gözler şimdi Dışişleri Bakanlığı'na çevrilmiş durumda. Kamuoyu, bu olayın üzerinin örtülüp örtülmeyeceğini ve Sezai Tolga Şimşir hakkında nasıl bir idari işlem yapılacağını merak ediyor.
Basına yansımayan başka skandallar da var mı?
Seul’de yaşanan bu olay, dış temsilciliklerde benzer başka vakaların da yaşanıp yaşanmadığı sorusunu beraberinde getiriyor. Bugüne kadar medyaya yansımayan olayların varlığı, dış misyonlarda denetim ve iç kontrol mekanizmalarının ne denli zayıfladığını gösteriyor olabilir.
Bu yaşananlar, sadece bireysel bir skandal değil; aynı zamanda kurumsal bir zafiyetin dışavurumu. Ve bu zafiyet, artık ülke itibarı açısından da ciddi bir güvenlik açığına dönüşmüş durumda.
